1/72 Ölçek Grumman F9F2 Panther(ler)

Haftanın ilk iş günü, ortam yoğunlaşıp toplantılara vs çağırılmadan önce araya sıkıştırıvereyim hikayenin özetini...

1943 yılının aralık ayının sonunda Bremen'e FW190 fabrikalarını bombalama görevine giden Amerikan bombardıman grubuna ait bir B-17 uçaksavar ateşiyle isabet alıp iki motorundan hasara uğruyor, haliyle yavaşlamak zorunda kalıp ana gruptan kopuyor, sürüden ayrılanı kurt kapar misali, tek başına kalmış bu uçak 10 dk boyunca alman 109 ve 190larının hedefi haline geliyor ve iyice hasar görüyor, ekibinde de neredeyse herkes bir şekilde yaralanıyor, kuyruk makinalı tüfeğini kullanan ise hayatını kaybediyor. Sadece 1 motoru tamamen çalışır halde, diğer bir tanesi ise yarı güçte çalışır halde olmasına, kuyruğun yarısı tamamen kopmasına rağmen uçak mucizevi bir şekilde havada kalmaya devam ediyor ve pilot da geri İngiltereye doğru kaçmaya çalışıyor. İçerde yaşanan kaos ve trajedinin detaylarına girmeyeceğim, ama şunu söyleyeyim, makinalı tüfeklerin büyük bir kısmı çalışmıyor (tamamen savuınmasızlık hissini hayal edin) zaten tüm ekip öyle veya böyle yaralanmış halde ve uçaktaki ilk yardım kitindeki morfin şişeleri de soğuk hava ve sistemlerden kaynaklı arızalar nedeniyle donmuş durumda, kullanılamıyor... siz gerisini hayal edin... Ha buarada, eklemeyi unuttum, bu tüm ekibin ilk görev uçuşu bir de...

Pilot (Charlie Brown) yaralı uçağını olabildiğince alçaktan İngiltereye doğru uçurmaya çalışırken bir Alman avcı üssünün üzerinden geçiyorlar. O sırada üste yerde n Alman Avcı pilotu Franz Stigler, ki kendisi 27 zaferi olan bir "as" pilot , uçağına yakıt ikmali yapıyor, ve B-17 yi farkedince hemen uçağına atlayıp yakalayıp düşürmek için kalkıyor. Zaten yavaş uçan bombardıman uçağını yakalaması fazla uzun sürmüyor, arkadan saldırmaya karar verip uygun posizyona geçip yaklaşıyor. Tam tetiği çekecekken bir şeylerin ters olduğunu farkediyor, çünkü ona ateş eden hiçkimse yok! o da ateş etmekten vazgeçip biraz daha yaklaşıyor ve yakından bakınca uçağın durumunun ne kadar kötü olduğunu anlıyor. Kendi sözleriyle "o durumdaki uçağın içerisinde pek çok yaralı adamın olacağını hemen anlıyorsunuz, bu insanlara ateş edemezdim, paraşütteki bir pilota ateş etmekten farksız olurud, yapamazdım" diyor.

Hemen araya bilgi sıkıştırayım, avcı uçaklarının pilotları için (en azından büyük çoğunluğu diyelim), düşman uçağından atlayan pilotun yada ekibin bir üyesinin, paraşütle yere doğru inerken havada vurulması kabul edilemeyecek birşeydir. O adam bir nevi teslim olmuş, artık savaşamayacak hale gelmiştir. Pek çok filo komutanı bu konuda altındaki pilotlara çok sert talimatlar verirmiş, Stigler de kendi komutanının Kuzey afrikada cephesindeyken söylediği sözleri hatırlatıyor röportajın bir yerinde: "Eğer herhangi birinizin paraşütle atlamış bir düşman pilotuna ateş ettiğini duyarsam çeker silahımı ben o ateş edeni vururum!"
Savaşın sonlarına doğru Hitler'in ve Hava Kuvvetleri komutanı olan Göring'in "paraşütle atlayan düşman pilotlarının da vurulması" yönünde bir emir verdiğine dair bir rivayet var ama bu emir Avcı Kuvvetlerinin komutanları tarafından, tabiki gayrı resmi olarak, rededlip aksine tam tersi pilotlara emredilmiş... Tabiki yine de ilk emri uygulayan pilotlar da olmamış değil. Aynı zamanlarda Amerikalıların da benzer bir emir yayınlayarak paraşütteki pilotları vurun dendiği ve büyük çoğunluk karşı çıksa veya uygulamasa da bu emri takip edenlerin olduğu da bilinmekte...

Neyse biz hikayeye dönelim,
Alman pilot B-17yi düşürmekten vaz geçip tam tersine korumaya karar veriyor. Önce onları en yakın meydana yada tarafsız topraklara inmeye ikna etmeye çalışıyor ama pek de etkin bir şekilde iletişim kuramıyorlar ve amerikalılar durumu anlamıyor. Alman da bakıyor başka çare yok, en azından sınıra kadar onların yanında kalarak uçaksavar ve diğer alman avcı uçaklarının ateşine karşı onlara eskortluk yapıp koruma sağlıyor (O zamanda Almanların ellerinde Amerikan B-17 uçakları vardı ve çeşitli amaçlarla kullanılıyordu, o yüzden hem uçaksavar ekipleri hem de avcı pilotları yanında alman uçağı olan ama yabancı milleiyet işareti taşıyan uçaklara ateş açmamaları konusunda bilgilendiriliyordu). Olaya Stigler'in tarafından bakarsak bu çift taraflı çok riskli bir karar, herşeyden önce bombardıman uçağının o kadar yakınında uçarken, uçaktan açılacak bir ateşle anında öldürülebilir, sonuçta onlar da düşman, ne yapacaklarını kestirmek çok da kolay olmaz. Öte yandan, ne yaptığı anlaşılırsa da kendi ülkesinin ona idam cezası vereceği de su götürmez bir gerçek... Ama yine de sınıra kadar uçağa eskortluk yapıp sonra geri dönüyor (tabii ki kimseye anlatamıyor ne yaptığını)

Öte yanda, b-17 ise zar zor İngiltere'ye ulaşıp güvenle iniş yapabiliyor. Yaralılar hemen hastaneye taşınıyor, ve inanılmaz bir şekilde, içlerinde ağır yaralı olanlar olmasına rağmen, hepsi de hayatta kalıyorlar. Pilot standart olan sorgulama sırasında başlarına gelenleri anlatıyor ve üstleri tarafından bu olayı başka hiçkimseye anlatmamaları konusunda sıkı sıkıya tembihleniyorlar (Savaşın ortasında düşmanın bu tür bir "centilmenlik" yaptığını diğer askerlerin bilmesinin savaşma isteğinde azalmaya neden olacağını düşünüyorlar) Tabi bu olayın gizli kalması muhakkak ki en çok Stigler'in işine yarıyor olsa gerek...

Velhasıl savaş malum bir buçuk yıl daha devam ediyor, B-17 nin pilotu Charlie Brown 25 görevlik turunu tamamlayıp Amerikaya dönüyor, Hava kuvvetlerinde çalışmaya devam ediyor ve 1965'te emekli oluyor. Stigler de savaşa devam ediyor hatta savaşın sonlarına doğru Me-262 filosunda dahi görev alıyor ve hayatta kalmayı da başarıyor. Savaştan sonra da 1953 yılında Kanada'ya yerleşiyor.

Charlie Brown, 1986 yılından itibaren bu olaydaki alman pilotu bulmayı kafaya takıyor ve araştırmalara başlıyor, hem hava kuvvetlerinin arşivlerini hem ingilteredeki arşivleri araştırıp duruyor tam 4 yıl boyunca. (Öte yanda Stigler de hayatı boyunca o B-17'ye ne olduğunu, sağ salim dönüp dönmediklerini merak ediyor.) Ve bir gün Charlie Brown konu ile ilgili olarak gazeteye bir ilan veriyor, ve bu ilan bir şekilde Stigler'in eline geçiyor, hemen telefona sarılıp adamı arıyor "o bendim" diye. Bu şekilde 1990 yılında ikilinin yolları tekrar kesişmiş oluyor. Yukarıdaki video da bu ikilinin 1990 yılında ilk kez görüştükleri ana ait video. Sonrasında 2008 yılına kadar arkadaş kalıp birlikte pek çok etkinliğe katılıyorlar. Birkaç ay arayla da hayatlarını kaybediyorlar.

Hikayenin çok kısa özeti bu işte, tabi işin psikolojik tarafında çok daha fazla detay ve veri var derinlerde, tüm hikayeyi okumak o açıdan da önemli, zaten kitabı da sipariş ettim bakalım ne zaman gelecek.

Hikaye etkileyici olmakla birlikte aslında özünde türünün tek örneği de değil, tarih boyunca cephede savaşan askerlerin karşılıklı olarak yakınlaşması, kendi hayatını riske ederek düşmanına yardım etmesi örnekleri var bir sürü, bizim de kendi yakın tarihimizde pek çok meşhur hikaye var, özellikle Çanakkale kara savaşlarında, siperlerin birbirlerine iyice yaklaştığı zamanlarda karşılıklı olarak Türk ve Anzak askerlerinin yakınlaşması, yardımlaşması, birbirleriyle su ve yiycecek paylaşmaları. Hatta ve hatta ateş altındayken bile arada kalmış yaralı düşman askerlerini kendi siperlerine taşımak için kendi canını hiçe sayan askerlerin hikayelerini biliyoruz... Her ne kadar sonradan üzerine çok fazla tartışma olsa da (kimin söylediğine dair) Atatürk'ün şehit düşmüş Anzak askerleri ve onların anneleri için söylediği sözler de bu "şovalye ruhu"nun en güzel örnekleridir...

Savaşmakla canavarlaşmak arasındaki ayırımı koruyabilen, o zor koşullarda bile insanlığını kaybetmemeyi başarabilen tüm kahramanlara saygılarımla...
:saygilar:
 
Haftanın ilk iş günü, ortam yoğunlaşıp toplantılara vs çağırılmadan önce araya sıkıştırıvereyim hikayenin özetini...

1943 yılının aralık ayının sonunda Bremen'e FW190 fabrikalarını bombalama görevine giden Amerikan bombardıman grubuna ait bir B-17 uçaksavar ateşiyle isabet alıp iki motorundan hasara uğruyor, haliyle yavaşlamak zorunda kalıp ana gruptan kopuyor, sürüden ayrılanı kurt kapar misali, tek başına kalmış bu uçak 10 dk boyunca alman 109 ve 190larının hedefi haline geliyor ve iyice hasar görüyor, ekibinde de neredeyse herkes bir şekilde yaralanıyor, kuyruk makinalı tüfeğini kullanan ise hayatını kaybediyor. Sadece 1 motoru tamamen çalışır halde, diğer bir tanesi ise yarı güçte çalışır halde olmasına, kuyruğun yarısı tamamen kopmasına rağmen uçak mucizevi bir şekilde havada kalmaya devam ediyor ve pilot da geri İngiltereye doğru kaçmaya çalışıyor. İçerde yaşanan kaos ve trajedinin detaylarına girmeyeceğim, ama şunu söyleyeyim, makinalı tüfeklerin büyük bir kısmı çalışmıyor (tamamen savuınmasızlık hissini hayal edin) zaten tüm ekip öyle veya böyle yaralanmış halde ve uçaktaki ilk yardım kitindeki morfin şişeleri de soğuk hava ve sistemlerden kaynaklı arızalar nedeniyle donmuş durumda, kullanılamıyor... siz gerisini hayal edin... Ha buarada, eklemeyi unuttum, bu tüm ekibin ilk görev uçuşu bir de...

Pilot (Charlie Brown) yaralı uçağını olabildiğince alçaktan İngiltereye doğru uçurmaya çalışırken bir Alman avcı üssünün üzerinden geçiyorlar. O sırada üste yerde n Alman Avcı pilotu Franz Stigler, ki kendisi 27 zaferi olan bir "as" pilot , uçağına yakıt ikmali yapıyor, ve B-17 yi farkedince hemen uçağına atlayıp yakalayıp düşürmek için kalkıyor. Zaten yavaş uçan bombardıman uçağını yakalaması fazla uzun sürmüyor, arkadan saldırmaya karar verip uygun posizyona geçip yaklaşıyor. Tam tetiği çekecekken bir şeylerin ters olduğunu farkediyor, çünkü ona ateş eden hiçkimse yok! o da ateş etmekten vazgeçip biraz daha yaklaşıyor ve yakından bakınca uçağın durumunun ne kadar kötü olduğunu anlıyor. Kendi sözleriyle "o durumdaki uçağın içerisinde pek çok yaralı adamın olacağını hemen anlıyorsunuz, bu insanlara ateş edemezdim, paraşütteki bir pilota ateş etmekten farksız olurud, yapamazdım" diyor.

Hemen araya bilgi sıkıştırayım, avcı uçaklarının pilotları için (en azından büyük çoğunluğu diyelim), düşman uçağından atlayan pilotun yada ekibin bir üyesinin, paraşütle yere doğru inerken havada vurulması kabul edilemeyecek birşeydir. O adam bir nevi teslim olmuş, artık savaşamayacak hale gelmiştir. Pek çok filo komutanı bu konuda altındaki pilotlara çok sert talimatlar verirmiş, Stigler de kendi komutanının Kuzey afrikada cephesindeyken söylediği sözleri hatırlatıyor röportajın bir yerinde: "Eğer herhangi birinizin paraşütle atlamış bir düşman pilotuna ateş ettiğini duyarsam çeker silahımı ben o ateş edeni vururum!"
Savaşın sonlarına doğru Hitler'in ve Hava Kuvvetleri komutanı olan Göring'in "paraşütle atlayan düşman pilotlarının da vurulması" yönünde bir emir verdiğine dair bir rivayet var ama bu emir Avcı Kuvvetlerinin komutanları tarafından, tabiki gayrı resmi olarak, rededlip aksine tam tersi pilotlara emredilmiş... Tabiki yine de ilk emri uygulayan pilotlar da olmamış değil. Aynı zamanlarda Amerikalıların da benzer bir emir yayınlayarak paraşütteki pilotları vurun dendiği ve büyük çoğunluk karşı çıksa veya uygulamasa da bu emri takip edenlerin olduğu da bilinmekte...

Neyse biz hikayeye dönelim,
Alman pilot B-17yi düşürmekten vaz geçip tam tersine korumaya karar veriyor. Önce onları en yakın meydana yada tarafsız topraklara inmeye ikna etmeye çalışıyor ama pek de etkin bir şekilde iletişim kuramıyorlar ve amerikalılar durumu anlamıyor. Alman da bakıyor başka çare yok, en azından sınıra kadar onların yanında kalarak uçaksavar ve diğer alman avcı uçaklarının ateşine karşı onlara eskortluk yapıp koruma sağlıyor (O zamanda Almanların ellerinde Amerikan B-17 uçakları vardı ve çeşitli amaçlarla kullanılıyordu, o yüzden hem uçaksavar ekipleri hem de avcı pilotları yanında alman uçağı olan ama yabancı milleiyet işareti taşıyan uçaklara ateş açmamaları konusunda bilgilendiriliyordu). Olaya Stigler'in tarafından bakarsak bu çift taraflı çok riskli bir karar, herşeyden önce bombardıman uçağının o kadar yakınında uçarken, uçaktan açılacak bir ateşle anında öldürülebilir, sonuçta onlar da düşman, ne yapacaklarını kestirmek çok da kolay olmaz. Öte yandan, ne yaptığı anlaşılırsa da kendi ülkesinin ona idam cezası vereceği de su götürmez bir gerçek... Ama yine de sınıra kadar uçağa eskortluk yapıp sonra geri dönüyor (tabii ki kimseye anlatamıyor ne yaptığını)

Öte yanda, b-17 ise zar zor İngiltere'ye ulaşıp güvenle iniş yapabiliyor. Yaralılar hemen hastaneye taşınıyor, ve inanılmaz bir şekilde, içlerinde ağır yaralı olanlar olmasına rağmen, hepsi de hayatta kalıyorlar. Pilot standart olan sorgulama sırasında başlarına gelenleri anlatıyor ve üstleri tarafından bu olayı başka hiçkimseye anlatmamaları konusunda sıkı sıkıya tembihleniyorlar (Savaşın ortasında düşmanın bu tür bir "centilmenlik" yaptığını diğer askerlerin bilmesinin savaşma isteğinde azalmaya neden olacağını düşünüyorlar) Tabi bu olayın gizli kalması muhakkak ki en çok Stigler'in işine yarıyor olsa gerek...

Velhasıl savaş malum bir buçuk yıl daha devam ediyor, B-17 nin pilotu Charlie Brown 25 görevlik turunu tamamlayıp Amerikaya dönüyor, Hava kuvvetlerinde çalışmaya devam ediyor ve 1965'te emekli oluyor. Stigler de savaşa devam ediyor hatta savaşın sonlarına doğru Me-262 filosunda dahi görev alıyor ve hayatta kalmayı da başarıyor. Savaştan sonra da 1953 yılında Kanada'ya yerleşiyor.

Charlie Brown, 1986 yılından itibaren bu olaydaki alman pilotu bulmayı kafaya takıyor ve araştırmalara başlıyor, hem hava kuvvetlerinin arşivlerini hem ingilteredeki arşivleri araştırıp duruyor tam 4 yıl boyunca. (Öte yanda Stigler de hayatı boyunca o B-17'ye ne olduğunu, sağ salim dönüp dönmediklerini merak ediyor.) Ve bir gün Charlie Brown konu ile ilgili olarak gazeteye bir ilan veriyor, ve bu ilan bir şekilde Stigler'in eline geçiyor, hemen telefona sarılıp adamı arıyor "o bendim" diye. Bu şekilde 1990 yılında ikilinin yolları tekrar kesişmiş oluyor. Yukarıdaki video da bu ikilinin 1990 yılında ilk kez görüştükleri ana ait video. Sonrasında 2008 yılına kadar arkadaş kalıp birlikte pek çok etkinliğe katılıyorlar. Birkaç ay arayla da hayatlarını kaybediyorlar.

Hikayenin çok kısa özeti bu işte, tabi işin psikolojik tarafında çok daha fazla detay ve veri var derinlerde, tüm hikayeyi okumak o açıdan da önemli, zaten kitabı da sipariş ettim bakalım ne zaman gelecek.

Hikaye etkileyici olmakla birlikte aslında özünde türünün tek örneği de değil, tarih boyunca cephede savaşan askerlerin karşılıklı olarak yakınlaşması, kendi hayatını riske ederek düşmanına yardım etmesi örnekleri var bir sürü, bizim de kendi yakın tarihimizde pek çok meşhur hikaye var, özellikle Çanakkale kara savaşlarında, siperlerin birbirlerine iyice yaklaştığı zamanlarda karşılıklı olarak Türk ve Anzak askerlerinin yakınlaşması, yardımlaşması, birbirleriyle su ve yiycecek paylaşmaları. Hatta ve hatta ateş altındayken bile arada kalmış yaralı düşman askerlerini kendi siperlerine taşımak için kendi canını hiçe sayan askerlerin hikayelerini biliyoruz... Her ne kadar sonradan üzerine çok fazla tartışma olsa da (kimin söylediğine dair) Atatürk'ün şehit düşmüş Anzak askerleri ve onların anneleri için söylediği sözler de bu "şovalye ruhu"nun en güzel örnekleridir...

Savaşmakla canavarlaşmak arasındaki ayırımı koruyabilen, o zor koşullarda bile insanlığını kaybetmemeyi başarabilen tüm kahramanlara saygılarımla...
:saygilar:
Çok duygulandım, bizde de buna benzer kayıtlara geçmiş ya da geçmemiş yüzlerce savaş destanı yazmış kahramanlarımız elbette ki var .Ancak bu işin medeniyeti , ırkı pek bir önem arzetmiyor, konu insanlık olunca, durup bir düşünüyor insan.
 
Charlie Brown öldükten sonra kütüphanesinde Alman jet savaş uçaklarına dair bir kitap bulunuyor. Kitabın ilk sayfasında şunlar yazılı:

"1940 yılında gece avcısı kardeşimi kaybettim. Christmas'tan dört gün önce, 20 Aralık'ta, nasıl uçabildiğine şaştığım çok kötü durumdaki bir B-17'yi kurtarma şansım oldu.

Uçağın pilotu Charlie Brown en az kardeşim kadar değerlidir. Teşekkürler Charlie.

Kardeşin Franz"
 
Son düzenleme:
Haftanın ilk iş günü, ortam yoğunlaşıp toplantılara vs çağırılmadan önce araya sıkıştırıvereyim hikayenin özetini
Savaşmakla canavarlaşmak arasındaki ayırımı koruyabilen, o zor koşullarda bile insanlığını kaybetmemeyi başarabilen tüm kahramanlara saygılarımla.
Gerçekten Harika bir hikaye :thumbup: İnşallah filmi de çekilir en kısa süre içerisinde :bravo:

Güzel anlatım için de teşekkür ederiz Evren hocam :halay:
 
Pantherlere dönelim....

Kokpitler tamamlandı ve gövdeler kapatıldı. Bunu burun konileri, kanatlar, hava alıkları ve yatay stab parçalarının yapıştırılması takip etti. Kitin yaşına göre parçalar gayet iyi oturdular. Hava alıklarının etrafında çok az macun isteyen yerler var, bir modelde de benim hatamdan kaynaklı kanat gövde birleşimi firar kenarında biraz tesviye isteyecek.
Boyalar gelene kadar o tesviyeler de yapılmış olur.

Pek şirin geldiler gözüme :)

Bu RESMİ görmek için izniniz yok. Giriş yap veya üye ol


Bu RESMİ görmek için izniniz yok. Giriş yap veya üye ol
 
Eğer bir Ford F-350 kamyonetim olsaydı (F-150 de kabulümdür :) ) RC Panther modelimi sahaya nasıl taşırdım isimli diaroma (canlandırma) çalışmamı gururla sunarım :lollol::lol::lollol::lol::lollol:

Bu RESMİ görmek için izniniz yok. Giriş yap veya üye ol


Kamyonetin ölçeği 1/10, plastik pantherin ölçeği 1/72. Bu durumda plastik pantherin kamyonete göre ölçeği 1/7.2 :) RC Pantherin ölçeği ise 1/6.35 eh yakın sayılır :)
 
Bu minik arkadaşları unutmayalım :)

Her iki ufaklığın da birleşim yerlerinin tesviyesi tamamlandı ve boyahaneye alındılar. Bir tanesinin pilot camını daha önce maske bantlarıyla maskelemiştim, diğerini de “bare metal foil” folyosuyla maskeledim. Bu yöntemi yıllardır kullanmamıştım, be kadar keyifli olduğunu hatırladım :)


Bu RESMİ görmek için izniniz yok. Giriş yap veya üye ol


Bu RESMİ görmek için izniniz yok. Giriş yap veya üye ol


Bu RESMİ görmek için izniniz yok. Giriş yap veya üye ol


Maskeleme sonrası her iki kuş da kendi renklerine boyandılar, birisi Amerikan donanmasının 50lerin başında uçaklarında kullandığı gibi baştan aşağı koyu maviyle, diğeri de 55 sonrası donanma uçaklarında standart olan altta beyaz üstte açık gri renklerle.


Bu RESMİ görmek için izniniz yok. Giriş yap veya üye ol


Bu RESMİ görmek için izniniz yok. Giriş yap veya üye ol


Bu RESMİ görmek için izniniz yok. Giriş yap veya üye ol


Bu RESMİ görmek için izniniz yok. Giriş yap veya üye ol


Boyama için Hataka markasının “lacquer” serisi boyalarını kullandım. Hurricane’ler için de bunları almıştım ama geciktikleri için kullanamamıştım, ilk kez denemek panterlere kısmet oldu :) Renklerin tonu konusunda yorum yapacak uzmanlığım yok ama uygulama ve doku açısından bu boyalar hoşuma gitti. Solvent bazlı olmaları nedeniyle çok hızlı kuruyorlar, yüzeye tutunmaları da gayet iyi.

Sırada parlak verniklerin atılması ve ıslak çıkartmaların uygulanması olacak. Sonrasında bu dönemdeki donanma uçaklarında standart olan, tüm hücum kenarlarına uygulanan parlak metalik boya atılacak. (Alternatif olarak bunları boyamak yerine metalik folyo kullanarak da yapabilirim)
 
Son düzenleme:
Bu RESMİ görmek için izniniz yok. Giriş yap veya üye ol


Bu RESMİ görmek için izniniz yok. Giriş yap veya üye ol


cam gibi parlıyorlar mübarek :coolxf:

Vernikte de yine Hataka’nın solvent bazlı parlak verniğini denedim. Bugüne kadarki tartışmasız tek favorim olan Tamiya’nın X22 parlak verniğinin tahtını sarsabilecek bir poransiyel var. Uygulaması çok daha kolay oldu ve çok hızlı kurudu. (Verniğin hızlı kuruması ortamdaki tozun sineğin maketin üzerine yapışmaması açısından önemli)
Tabi solcent bazlı verniklerin zaman içinde sararma yapması olası, o yüzden şimdilik temkinli yaklaşıyorum, ama eğer sararma da yapmazsa (önümüzdeki 4-5 yılda göreceğiz :) ) X-22 ye hoşçakal Hataka ya hoşgeldin diyebilirim :)
 
Lacivert kuşun tüm sulu çıkartmaları yerlerini aldı. Burun kısmındakinin biraz sıkıntı çıkartacağı zaten en baştan belliydi (fazlasıyla kıvrımlı bir bölüm), yine de tahminimden daha iyi oturdu yerine meret, tabi bol keseden kullanılan "microsol" çözücü sıvısının da ikna kabiliyetinin emeği büyük :D yine de birleşim yerinde ufak bir boya dokunuşu gerektirecek. Bunun haricinde sonuç fena değil.

Bu RESMİ görmek için izniniz yok. Giriş yap veya üye ol


Bu RESMİ görmek için izniniz yok. Giriş yap veya üye ol


Bu RESMİ görmek için izniniz yok. Giriş yap veya üye ol


Bu RESMİ görmek için izniniz yok. Giriş yap veya üye ol


Bu RESMİ görmek için izniniz yok. Giriş yap veya üye ol


Bu RESMİ görmek için izniniz yok. Giriş yap veya üye ol


Gri beyaz kuşumuzda ise tüm kırmızı alanlar ıslak çıkartma olarak verilmiş ve bunların bazıları ciddi olarak büyük çıkartmalar. Büyük çıkartma=sorunlu çıkartma. öncelikle bunlarla işe giriştim, zira hepsinin yavaş yavaş yerine oturtulması gerekiyor, ve bir taraf tam oturmadan diğer tarafı yapmak da iyi bir fikir değil. O yüzden zaman alan yavaş ilerleyen bir süreç. Mavinin tüm çıkartmaları bittiğinde bu kuşta sadece 8 çıkartma yerini alabildi siz düşünün :)

Bu RESMİ görmek için izniniz yok. Giriş yap veya üye ol

Bu RESMİ görmek için izniniz yok. Giriş yap veya üye ol


Bu RESMİ görmek için izniniz yok. Giriş yap veya üye ol


Bu RESMİ görmek için izniniz yok. Giriş yap veya üye ol


Aslında, bu kırmızı alanlarda çıkartma kullanmak yerine boyama yapmak çok daha mantıklı ve doğru olan yol olurdu, ama burundaki şekilleri boyayarak yapamam ve boyamadaki kırmızıyla burundaki çıkartmanın kırmızısının renkleri birbirini tutmazsa hoş olmaz diye düşünerek öncelikle çıkartmalara bir şans vermeye karar verdim. Eğer nihai sonuç hoşuma gitmezse o zaman bunları söküp boyama alternatifine yönelebilirim hala...
 
Aslında, bu kırmızı alanlarda çıkartma kullanmak yerine boyama yapmak çok daha mantıklı ve doğru olan yol olurdu, ama burundaki şekilleri boyayarak yapamam ve boyamadaki kırmızıyla burundaki çıkartmanın kırmızısının renkleri birbirini tutmazsa hoş olmaz diye düşünerek öncelikle çıkartmalara bir şans vermeye karar verdim. Eğer nihai sonuç hoşuma gitmezse o zaman bunları söküp boyama alternatifine yönelebilirim hala...
Resimlerden gayet güzel oluyor gözüküyor Evren hocam :thumbup: